27 Ekim 2010 Çarşamba

Koridor, yeşil ve havlu

Aslında yapmak istediğim tam olarak bu değildi. Ama artık koridora girmiş bulunmuştum. Geri dönemezdim. Böylesine uzun ve loş bir koridora girmek cesaret ister ve eğer geri dönersem kendime olan saygımı yitirebilirdim. Kendime olan saygımı kaybetmektense, çok sevdiğim çöreğimi kaybetmeyi tercih ederim. Bir an kendimi geri dönülmez bir yola girmiş gibi hissettim. Bu koridorun sonuna kadar yürümek zorundaydım. Ama koridor tahmin ettiğimden çok daha fazla uzundu. Belki de ben fazla küçük adımlar atıyordum. Bunu hiç bir zaman öğrenemeyeceğimi bildiğim için düşünmemeyi tercih ettim. Sanki attığım her adım beni sonuma yaklaştırıyordu.
 Sonları sevmem. Başlangıçlar her zaman daha cezbedici olmuştur benim için. Ama böylesine korkunç bir koridora adım atarken bunun bir başlangıç olduğunu düşünmemiştim. Bu beni üzdü, demek ki hoşuma giden bir şeyi kaçırmıştım. İlk başta bunun bir başlangıç olduğunu düşünseydim, belki de şuan sona doğru yürüdüğümü düşünmezdim. Ama artık her şey için çok geçti. Bütün bunları düşünürken, koridorun yarısına geldiğimin farkına varmamıştım. Yolun yarısı...
 Bu benim için oldukça iyi bir haberdi. Birden kendime güvenimin geldiğini hissettim ve kararlı bir adım attım. Ama hayatımın hatasını yaptığımı ancak o adımı attıktan sonra fark edebildim. Bastığım yerde bir şey vardı! Ona bakmam gerektiğini düşündüm. Evet, cesur olmalı ve neye bastığımdan emin olmalıydım. Belki bir kediydi. Hayır hayır! Bir kedi olamazdı. Çünkü bir kediye bastığınız zaman mutlaka bir ses çıkarması, ufak da olsa bir tepki vermesi gerekir. Yapması gereken budur. Doğru olan budur!
Ses çıkmadığına göre kedi ihtimalini olabilecekler listesinden çıkardım. Bir oyuncak olabilirdi. bir terlik ya da her hangi bir şey. Olasılıklar öyle çoktu ki, düşünmekten vazgeçip başımı aşağıya eğdim.
 Bir havlu! Evet, bastığım şey tam olarak buydu. Uzun, loş ve insanın üzerine gelen bir koridorda bu kadar temiz bir havlunun ne işi olabilirdi acaba? Benden önce buradan birileri geçmiş olmalıydı. Bu ihtimal içimin ürpermesine sebep oldu. Buradan geçen bir başkası, koridorun sonunda, sonumun gelmesini izlemek için bekliyor olabilirdi. Havluyu orada bırakıp geriye doğru koşarak kaçmak istedim. Ama yapamazdım. Çünkü artık yere oturmuş, havluyu elime almıştım bile. Ona dikkatle baktım. Hiç bir delil yoktu. Bembeyaz, yeni yıkanmış bir havluydu bu. Belki de çamaşır suyu kullanmışlardı yıkarken. Yavaşça burnuma yaklaştırdım, tam da tahmin ettiğim gibi çamaşır suyu kokuyordu. İnsanlar çamaşırlarını çamaşır suyuyla yıkamayı severler. Bu, onlara garip bir haz verir. Bu şeytanlığın ardında kimin olduğunu merak ettim.
 Acaba başıma daha neler gelecekti. Halbuki tek yapmak istediğim, koridoru geçmekti. Bunun sandığımdan çok daha zor bir iş olduğunu, ancak çamaşır suyunun kokusu aldığımda fark etmem zaten fazlasıyla kötüyken birden yeşil hissettim. Evet, burada yeşil bir şey vardı. Yeşil giden bir şeyler. Yeşil kokan bir şeyler. Tatlarının da yeşil olduğuna yemin edebilirdim. Her şeyin yeşil olduğunu düşünmek beni çok korkuttu ve cenin pozisyonu alıp havluya sarılarak yeşilliğin bedenimi ve ruhumu ele geçirmesine izin verdim. Gözyaşlarımı yanaklarımda hissederken, onların da yeşil aktığını anladığımda dehşetim iki kat daha arttı. Bu yeşilin bir orman olduğunu hayal ettim ve yüzümde oluşan gülümseme biraz rahatlamamı sağladı. Tam huzurun yeşilini yakalamışken, arkadan gelen bir ses eski dehşetime dönmeme neden oldu. Bu bir kadın sesiydi. Belki de havluyu çamaşır suyuna acımasızca basan kadın oydu. Adımları yaklaşıyor, bana doğru koşuyordu. Demek ki sonum yolun sonundan da yakınmış diye düşündüm. Kadın yanıma ulaştığında gözlerimi sımsıkı kapadım. İçimin geçtiğini hissederken koridorun bir fırıldak gibi döndüğünü anlayabiliyordum.Midem burkuluyordu ve sürekli tekrarlayan çan sesleri arasında bir ses duydum!   'Biri ambulansı arasın!'   İşte son duyduğum ses buydu doktor, ve... şimdi burdayım... Sahi, burası neresi demiştiniz?  


Segah Beste Öner

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder