27 Ekim 2010 Çarşamba

Ayçiçeği, taş ve su damlası

Aslında onun uzun zamandır orada olduğunu fark etmemem, fazlasıyla garipti. Halbuki tam da karşımda duruyordu. Sessiz ve sinsice onu fark edeceğim anı bekliyor olmalıydı. Onun varlığı beni rahatsız etmeliydi belki, ama mutlu olmuştum. Yalnız değildim. Büyük, beyaz yatağımdan doğruldum. Biraz ürkek adımlarla ona yaklaştım. Ne kadar da soğuktu! Ne kadar da sertti! Evet! Tam tahmin ettiğim gibi, bir taştı bu! İyi ama buraya nereden gelmiş olabilirdi? Bu işin arkasında kim varsa onu bulmalıydım. Bir delil bulmak üzere, yavaşça pencereye yaklaştım. Perdeyi aralayıp gizli gizli dışarıyı süzdüm. Evet! İşte onu suçüstü yakalamıştım. Hemen yanında duran küçük taş, bütün bunları onun yaptığının kesin bir kanıtıydı. Bu bir ayçiçeğiydi! Belki de o küçük taşı da en kısa zamanda buraya getirmeyi planlıyordu. Her şeyde onun parmağı olduğuna yemin edebilirdim. Masum görüntüsünün altında nasıl şeytanlıklar yatıyordu kim bilir?! Çıkıp onu yakalamayı düşündüm. Ama bu çok tehlikeli olabilirdi. Tehlikeli şeyler bana küçük bir çocukken yüzümde patlayan köpük balonunu anımsatır hep. Köpükleri sevmem! Balonlardan zaten hiç haz etmem! İçi hava dolu bir plastikten başka bir şey değildir balon benim için. Bir de bu ikisinin bir arada olması çekilir çile değildir doğrusu. Patlayan bir köpük balonu ve ağza, burna, ciğere dolan deterjanlı suyu takip eden panik dolu dakikalar. Hayır hayır! Gerçekten bunu tekrar yaşamak istemezdim! Ayçiçeği de, gerektiğinde bir köpük balonu kadar tehlikeli olabilirdi. Bu yüzden onu uzaktan izlemeye ve doğru anda üzerine saldırmaya karar verdim.
  Sonra bütün bu karışıklığın içinde aniden duyduğum bir ses sakinleşmemi sağladı. Bu, bir su damlasıydı... Ve onu takip eden milyonlarcası daha. Başlayan yağmur, ayçiçeğini benden önce yakalamış, Tanrı sonunda yüzünü bana göstermişti. Elimde taşımla, büyük, beyaz yatağıma döndüm ve kendimi huzurlu düşlerimin sıcak kucağına bıraktım.





Segah Beste Öner

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder